Ahmet Yenilmez

Ahmet Yenilmez

Kaşıkçı derken 10 Kasım! Ya sonrası?

Varsayın ki, burcumun özelliğinden varsayın ki, mesleğimin uçarılığından olaylara biraz farklı bakmaya çalışan biriyim. 

Yaşanan her halin bir dününün olduğunu, bugünü bir dünün hazırladığını yazılarımda ısrarla belirtmeye çalışırım. Bu sadece yazımlarımda değil hayata da böyle bakarım. 

Daha doğrusu insanoğlunun bir öykünün parçası olduğunu, öykünün de olmazsa olmazının mekân ve zaman ögesi olduğuna dikkat çekmeye çalışıyorum! 

Daha da ileriye giderek Kur’an’ın bile bir öykü diliyle okunması gerektiğini, Kur’an’ı öykü diliyle okumanın daha sağlıklı bir idrak ve anlamaya sebebiyet vereceğine inanmaktayım! Zaman ve mekân dili kaçırılarak okunan Kur’an’ın sıkıntılı anlamalara, sadece ilahi emir olduğu için masumane bir teslimiyete, aklın olmadığı bu teslimiyetin de sonunun aldanışa çıkacağının idrakine varacağımız birçok acı tecrübeye sahibiz! 

15 Temmuz başarısız işgal girişimi de bunun en acı örneklerinden olsa gerek! 

Buyurunuz yine bir 10 Kasım ve yine akıldan, edepten, hayadan mahrum yaşananlar! 

İşin en acısı da hakaret, kin, intikam duygusu üslup olmuş vaziyette, her iki taraf da şöyle bir sağına soluna baksalar aslında durdukları yerin aynı yer olduğunu görecekler! 

İnsan yaşananlara bakınca, ‘’Belki de durdukları yerin aynı olduğunu onlar biliyorlar da sanki biz ısrarla farkına varamıyoruz’’ demeden de yapamıyor! 

Çünkü her iki taraf da her geçen yıl daha da artan derecede aynı üslupta ısrar ediyorlarsa bunun tek bir açıklaması vardır, o da aynı yerden beslendikleri, varlıklarını aynı üslupla sürdürebildikleridir! 

Yoksa, edep haya ve güzellik dininin dili olan biri, 10 Kasım’da saat 9.05’te insanları nasıl, hangi akılla tuvalete gitmeye davet edebilir? 

Dikkat buyurunuz, ‘’Keşke Yunan işgal etseydi de Kurtuluş Savaşı olmasaydı’’ demesinden bahsetmiyorum, bu bile kişinin fikridir deyip, sabredebileceğiniz bir durum! 

Diğer tarafta da sırf şapka giymediği için idam edilen Şalcı Bacı’nın idam edilmesini savunmanın insanlığa sığan nasıl bir tarafı var Allah aşkına! 

Bütün bunlar yaşanırken  her iki taraf da asıl tehlikenin  farkındalar mı acaba? 

İşte, bir gazeteci gözümüzün içine baka baka İstanbul’a getirildi ve adını bile koyamadığımız bir şekilde ortadan yok edildi! 

Kim ne derse desin,  ama ben öldürüldü diyemiyorum, çünkü eğer öldürülmüş olsaydı ortada bir cesedin olması gerekmez miydi? 

Dedim ya, uçarılığımı ister burcuma ister mesleğime sayın, ama olayın medyaya düştüğü andan bu yanaki düşüncelerimi ve acil yapılması gerekenleri, gerek kolluk kuvvetleri gerekse adli makamlardaki dostlarımla paylaşmıştım! 

Birincisi bu gazetecinin nişanlısı... Nişanlısı ortada olmayan, kapıda nişanlısını bekleyen nişanlının vücut dili, asla acılı bir nişanlının vücut dili değildi! Acılı bir nişanlı nasıl olur görmek isterseniz şehit cenazelerine bakın lütfen! 

Gelelim asıl konuya! 

Peki gün gelir de birileri bu cesedi bulursa ve Kaşıkçı isimli gazetecinin hunharca öldürülüp, çantalara konulup, konsolosluk konutuna götürülüp, orada kıyma makinasında kıyılıp… 

Birilerinin, ‘’Bu kadar da olmaz ‘’ dediklerini duyar gibiyim! Onlara vereceğim cevap, dönün idam edilerek şehit edilen merhum Adnan Menderes için, 27 Mayıs Darbesi öncesi gazetelerdeki iddialara bakmaları! 

Devamını yazamayacağım, çünkü katillerin uçağa binmeden önce oturup yemek yedikleri aklıma geldi! 

Peki gün gelir de bu iddia, dünya gündemine servis edilirse ne olur? 

Ne olacağı gayet basit, Fundamentalizm, Taliban, İŞİD derken işin sonu başka noktalara kadar gider! 

Siz benim uçarılığımla uğraşmayın da böyle bir şey olursa ne olur ona bakın! 

Ben diyeyim mi? 

Ortada ne İslam kalır ne de Atatürk!